18 Aralık 2010 Cumartesi

İlişki Olamayan Bir İlişki Üzerine

" Why did I have to meet somebody like you?
Why did you have to hurt somebody like me?
How could you do somebody like that?
I hope you know that I'm never coming back. " demiş Fred abi.

Bilmiyorum ne kadar doğru demiş. En azından şu an için. Zaman zaman hepimiz düşünüyoruz böyle. Kimimizin daha fazla, kimimizin daha az. Biliyorum, o'nun çok fazla.

"Garip bir adam olduğumu biliyorsun." demişti o'na. Ve biliyordu gerçekten. Ama zaman her boktan şeye yaptığı gibi o'nu da değiştirmişti. Farklı biri olmasını istiyordu. Ama olamayacağını biliyordu. Olamazdı, denemişti daha önce. Sikik bir oyun hamuru değildi o. Kendisi inanmasa da bir karakteri vardı.

Kolay biri değildi. Biliyordu bunu. Ama en azından hatunu için bir şeyler yapmaya çabalıyordu. O bunu görmesede. Düşüncelerine ters düşen şeyleri bile yaptı çoğu zaman. Olmuyordu. Bir türlü tatmin olmuyordu hatun. Ama bu hatunun hatası değildi. Yaptığı şeylerin karşılığını bekliyordu belki de.

Bazı zamanlar kavga ediyorlardı. Bütün kavgaların altında hep aynı boktan neden yatıyordu. İkisi de farkındaydı bunun. Düzelmeyeceğini de biliyorlardı bu nedenin. Değişmeyecekti ikisi de. Oğlan yapamazdı, hatun ise fazla inatçıydı.

" İnsanın başına ne gelirse ya meraktan ya yaraktan. " derler. Ama onların başına gelen her şeyin nedeni inattı neredeyse. Arada adamın merak ettiği şeyler yüzünden de kavga ediyorlardı. Hatta sonuncusunun nedeni neredeyse meraktı. Hatun zor dönemlerden geçiyordu belki de.

Anlatmıyordu adama. Sadece bağırıyordu. Eline ne geçerse adama fırlatıyordu. Haklıydı çoğu zaman ama bu sefer biraz fazla abartmıştı. O kadar büyük bir olay değildi. Belli ki başka bir şeye sıkkındı canı. En yakınında ise adamı vardı. Ona patlamıştı. İyi bok yemişti gerizekalı. Yaptığı şeyler ikisinin de zamanını sikip atıyordu. Ama hatun sadece kendisini düşünüyordu. Kendisini ve adamın onu siklemediğini.

Her insanın kafasında tasarladığı kalıplara giremeyeceğini bilmeliydi. Adamın kusursuz olmasını istiyordu. Farkındaydı bunu olamayacağının. Ama yine de istiyordu. Tam istediği adam olmasını, tamamen onun olmasını vb. Adamınsa bi beklentisi yoktu ondan ve hayattan. Hatunu dahil hiç bir şeye sahip olmadığını/olmayacağını da biliyordu.

Düşünmüyordu. Hiç bir zaman düşünmemişti hareket ederken. Düşünmeyecekti de. Umrunda değildi doğuracağı sonuçlar. Her şey olduktan sonra bir şekilde üstesinden geliyordu, alışmıştı buna. Bu sefer olmayacak gibiydi. Hatunu kararlıydı. Öldürecekti onu kendi zihninde. Aslında iyi de yapacaktı. Bir boka yaramıyordu orospu çocuğu.

Kısa bir not yazıp hatunu terketmeyi düşündü. Ama bir iki sikik kelimeyi bile bir araya getiremiyordu. Sonra aklına Floyd'dan Goodbye Cruel World geldi. Şarkının sözlerini yazmayı düşündü. Ve yazdı da. Sikik notu masanın üzerine bırakıp çıktı evden. Hatun dışarıdaydı. Büyük ihtimalle sikik sikik elbiseler alıyordu. Ya da harika saçlarını kuaförde bok ediyordu.

Eve geldiğinde notu gördü. Anlam veremedi. Okumaya başladı. Anlamsız şeyler yazıyordu kağıdın üzerinde.

" Elveda zalim dünya.
Seni bu gün terkediyorum.
Elveda, elveda, elveda.

Elveda tüm insanlar.
Söyleyebileceğiniz hiç bir şey yok,
Değiştirebilmek için fikrimi.
Elveda. "

Adamın kendini öldüreceğini sandı. Yanılıyordu. Yapmazdı adam bunu. Sadece son kez dalga geçmek istedi onla.

Hatun adamı aramak için dışarı çıktı. Etrafa bakınırken eski sevgilisiyle karşılaştı. Ve adamı birden unuttu. Eski günlerin geyiğini yapmak için eski adamla bir şeyler içmek istedi. İhtiyacı vardı bir erkeğe. Gitmişti çünkü.

Adamsa çoktan hatuna benzeyen yeni birini bulmuştu bile. Tıpkı onun gibi saçları vardı. Ama onun teni kadar güzel değildi teni. Yine de idare ederdi. Affetmedi.

3-4 saat içinde değişmişti bütün her şey. Bu kadar boktandı işte. İkisinin de farklı insanları olmuştu. Ve mutlulardı farklı insanlarla.

Bu kadar basitti işte birini unutmak.

Limp Bizkit - Boiler

7 Aralık 2010 Salı

Polis

Ponpon gibi salla beni,
Otostop gibi çek beni,
Lastiğin olayım ger beni,
İstediğim tam da budur.
Seviyorum ben tüm polisleri.

Şaşkın şaşkın bakıyorum,
İnadına seviyorum.
Denizler kadar engin,
Dalgalar gibi sürekli sevgim.
Et bile yemiyorum sevgiden,
Tencerede taş kaynatıyorum.
İnanın, seviyorum ben tüm polisleri.

Çok da sert davranmamak lazım. Onlar da insan. - Hahahaha, siktir lan. -

18 Kasım 2010 Perşembe

Sütçü

Sütçünün karısının memelerinden biraz süt istiyorum dedi kendi kendine. Ama daha kadını bile tanımıyordu. Sütçü evde yokken kadına gitmeyi düşündü. Ama evin nerede olduğunu da bilmiyordu. Bu düşünce onun beynini kemirmeye başladı. Plan yapmaya çalıştı ama aklına gelen tek şey sütçüyü evine kadar takip etmek oldu. Sütçü süt bırakmaya geldiğinde takip etmeye karar verdi. Bütün gününü alacaktı ama alternatifi de yoktu. Sütçüyü takip etmeye başladı. Günün sonuna doğru sütçünün nerede yaşadığını öğrenmişti. Emin adımlarla evine döndü. Ertesi sabah sütçü evde yokken karısına gitmeye karar verdi.

Sabah kapıyı çaldığında kadının üstünde sabahlığı vardı. Sabahlık kadının memelerini iyice ortaya çıkartmıştı. Bu görüntü karşısında daha fazla dayanamadı. Kadının kafasına vurdu ve kadın bayıldı. Kadını bir güzel soydu. Ağzını, ellerini ve ayaklarını bağladı. Ve emmeye başladı..

Uğraşıyordu ama bir türlü süt gelmiyordu kadının memelerinden. Pes edecek gibi oldu. Ama sonra daha sert emmeye karar verdi. Ayaklı bir lavabo pompasıydı adeta. Ve sonunda kadının memelerinden süt içmeyi başardı. Şimdi ne yapacağını bilmiyordu. Tavana baktı, tavandaki halkayı gördü. Kadını ayaklarını bağladığı iple astı. Kadın morarmış memeleriyle tavandan sarkıyordu.

İstediği olmuştu. Sütçünün karısının memelerinden biraz süt içmişti. Şimdi gönül rahatlığıyla gidip uyuyabilirdi. Mutlu ve sakin adımlarla eve yürümeye başladı. Ve bir yandan da bir şarkı mırıldanıyordu.

" I would like some milk from the milkman's wife's tits. "

13 Kasım 2010 Cumartesi

Sarı Işık

Pencereden süzülen soluk, sarı ışık vuruyordu dolabın üstüne. Kıyafetlerini almak için dolabı açtı. Sarı ışık artık elbiselerinin üstündeydi. Bir kaç parça kıyafet çekti o heybetli dolaptan. Giydi onları. Dışarı çıktı, yürümek için sokakta. Ve başladı yürümeye sisli, sikik sokakta. Ağır adımlara geçiyordu solgun evleri. Birden dikkatini bir şey çekti. Sislerin arasında iki kedi küçük bir fareyle oyun oynuyordu adeta. İki kötü kara kedi, ve bir zavallı fare. Jerry'nin aksine bu fare güçsüz ve biraz da gerzekti. Kediler fareyi bir oraya bir buraya savuruyorlardı. Eline bir taş alıp kedilere doğru fırlatmayı düşündü önce, sonra vazgeçti. Onu ilgilendirmezdi kediler ve fare arasında olan şey.

Devam etti yürümeye. Ağır ağır yürüyordu yine ama bu sefer etrafa daha dikkatli bakıyordu. Birden bir ışık farketti. Karanlık sokaktaki tek ışık. Tek katlı bir evin tozlu penceresinden yayılan sarı, üzgün ışık. Yağmurdan yıpranmış pencerenin tahtaları arasından sızan, oradan da kaldırımın arasından çıkan küçük, biçimsiz otların üstüne vuran sarı ışık. İçini tuhaf bir merak kapladı. Bakmalıydı pencereden içeri. Tam eve doğru yönelmişken kapı açıldı. Beyaz tülden bir geceliğin içindeki solgun gri tenli bir hatun ona doğru bakıyordu. Şaşırdı, hiç beklemiyordu böyle bir şey. Konuşmaya çalıştı ama saçma bir kaç sözcük dışında dökülen hiç bir şey olmadı ağzından. " Merhaba. " dedi hatun meleklerin cildini andıran yumuşak bir sesle. " Bu saatte bu saçma sokakta ne işin var? " Donup kaldı. " Sıkıldım. " diyebildi sadece. " İçeri gelsene. " dedi hatun. " Hayır! " demek istedi fakat yapamadı. Belli belirsiz bir " Evet. " çıktı soğuktan morarmış dudakları arasından. Ev sıcak gözüküyordu uzaktan. İçeride yanan soba ısıtıyordu belki de. İhtiyacı vardı sıcağa, başlamıştı dudakları uyuşmaya.

Küçük bir çaydanlık sobanın üstünde duruyordu. Hatun çatlak fincanlara doldurmaya başladı çayı. Sıcak ve şekerli bir çay, işte tam da ihtiyacı olan. Kız çayı getirirken duvardaki büstün üstüne bir örümcek indi. Çayı çatlak fincandan yudumlarken gözünü örümcekten alamıyordu. Çayı içtikçe karşıdaki örümcek büyüyordu. Çayını bitirdi, ve hatuna " Ne zaman gideyim? " diye sordu. Hatun konuşmaya çalıştı ama örümcek ayaklarıyla ağzını kapadı hatunun. Ve kulak tırmalayan bir sesle; " Hiç bir zaman! " dedi. Düştü koltuktan. Kalkmaya çalıştı ama yapamadı. Ağzından bir kaç kelime döküldü. " Ve o gölgeden gelen ruhum yerde yüzerek yatan, yükselecektir... Hiç bir zaman!"

Tam o sırada uyandı. Kitap okurken uyuyakalmıştı. Bu sıralar çok fazla Poe okuyordu. Ve rüyasına anlam verebilmek için sayfaya baktı. The Raven açıktı yine. Uyuyamayacaktı daha fazla yalnız. Annesinin yanına gitti sessizce.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Acayip Korkak Birisi - Süperevsiz

Gökyüzünden kafasına siyah bir ceket ile siyah bir pantolon düşmüştü evsizin. Bu bir lütuftu sanki. Paltosu yırtık, pantolonu ise delinmişti dizlerinden. Tam ihtiyacı olan şeylerdi yani. Paltosunu çıkarıp bir kenara koydu ve simsiyah yeni ceketini giydi. Aynı şeyi eski pantolonu için de yaptı ve yeni pantolonunu geçirdi o kaldırımda yatmaktan hissizleşmiş kuru götüne. Yeni kıyafetlerini giydikten sonra adeta başka bir adama dönüşmüştü. Kendini birden bire Achilles gibi hissetmeye başladı. Yenilmez bir kahramandı artık ama o bunun farkında değildi.

Bir gece ara sokaklarda avare misali dolaşırken 2 kişinin bir kadını sıkıştırdığını gördü. Niyetleri belliydi yüzlerinden. Avına saldıran bir sırtlan gibi atılmışlardı kadının üzerine. Kadın korkudan sesini bile çıkaramıyordu. Suratı bembeyaz kesilmiş, titriyor.. Aniden kendinde garip bir şey hissetti. Kadını kurtarabileceğini. Ama onun cüssesinde - boyu yaklaşık 170 santimetre civarında, kilosu ise
49 ile 52 arasında değişiyordu yemek bulabilmesine bağlı olarak - birinin bunu yapması neredeyse imkansızdı. İki adamın arasında daldı, bir kaç itiş kakıştan sonra adamlardan birinin kaburgasına attığı yumruk o adamı bir kaç metre geri uçurdu. Bu olayın verdiği gazla diğer adamın üstüne yürüdü, fakat diğer adam arkadaşıyla aynı kaderi paylaşmamak için kaçarak uzaklaştı. Kadın ise bu olayı korku dolu gözlerle izlemekteydi. Kadını düştüğü yerden kaldırdı.
- Size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Para vermek isterdim ama cüzdanımda sadece 10 liram kaldı. Başka da param yok.
Suratı garip bir hal aldı adamın. Düşünüyordu: " Lan şimdi ben sokakta yaşayan bir insanım. Ben bu on lirayla 5 gün rahat rahat geçinirim. Ama öte yandan kadının başka parası yok. Amaan siktir et. Hatunu sikilmekten kurtardım. Verecek tabii parasını.. " Ve cevap verdi;
- Sanırım o parayı almam gerek. Sokakta yaşayan bir adamım ben, ve o paraya sizden daha fazla ihtiyacım var.
Kadının cüzdanında parayı çekti. Kadın öfke dolu bir teşekkür etti.

Oradan uzaklaşırken kafasında bir düşünce vardı. " Lan şimdi ben böyle her ihtiyacı olana yardım etsem, sonra onlardan para alsam. Süper kahramanlığı ticarete döker, paranın da amına koyarım. Evet evet, çok güzel fikir. "

Ve başı dertte olan insanları aramaya başladı...

12 Ekim 2010 Salı

Acayip Korkak Birisi

Sabah uyandığında etrafına şöyle bir bakındı. Solda uyuyan sevgilisi, sağda ise boş bira şişeleri vardı. Yataktan kalkıp tuvalete gitmek istedi. Ama yerde o kadar çok boş şişe vardı ki.. Şişelere basmamak için neredeyse seksek oynaması gerekiyordu. Tuvalete gitmeyi başardı. Pek temiz bir yer değildi bu tuvalet. Lavabodaki sabun artıkları ve küvetin kenarındaki kirler.. Yeni bir güne başlamak için en ideal yerdi burası. Önce bir güzel sıçtı. Sonra da ılık suyun altında kısa bir duş aldı. Kurulandı ve işe gitmek için giyinmeye başladı. Giyindikten sonra müzik setine en sevdiği albümü taktı. Nirvana - Incesticide. Cobain'in sesi yavaş yavaş yükselirken kabinlerden o kahvaltı yapıyordu. Kahvaltıyı bitirdiğinde Molly's Lips çalıyordu. Şarkının bitmesini bekledi ve müzik setini kapadı. Havanın nasıl olduğunu kontrol etmek için perdeyi açtığında sikik yağmur damlaları yere düşüyordu. Hiç sevmezdi yağmuru. Ceketini giydi ve dışarı çıktı. Yağmurun altında iş yerine doğru yürüyordu. İş yerine bir kaç sokak kala bir cd büyüklüğündeki göktaşı - ki bu yeryüzüne ulaşan bu büyüklükte bir göktaşı atmosfere girmeden önce yaklaşık yüz metre civarında bir genişliğe sahip olması gerekirdi. ve o bunu biliyordu. - bir kaç metre arkasında duran arabanın üstüne düştü. oluşan şok dalgası onu yere düşürmeye yetti.

Kalktığında yerde cam kırıkları, ceketinde ise çamur vardı. Yağmuru sevmemek için bir neden daha. Hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Ceketindeki küçük siyah lekeyi farketmemişti bile. İş yerine gittiğinde arkadaşına meteoru anlattı.
- Sikerler böyle işi lan. Bir gün işe yürüyeyim dedim, önce yağmur vardı. Sonra da kafam kadar meteor düştü götümün dibine. Üstüne bir de ceketim çamur oldu. Baksana şu halime. Arkadaşı dikkatlice ceketi süzdükten sonra;
- Lan şu siyah leke hiç çamur gibi durmuyor. Ne lan o? Symbiote - sıkı bir Spiderman fanıydı arkadaşı. - olmasın yoksa?
 - Siktir git amına koyayım yaa. Taşak geçiyor benle. Oğlum, canım sıkkın zaten. Uğraşma benle.
 - Tamam lan tamam. Şaka da yapamıyoruz. Bak ama o Symbiote'sa çok güzel olmaz mı lan?
 - Evet evet. Kesinlikle.

Ceketindeki leke gittikçe büyüyordu. Ama o buna dikkat etmemişti hiç. Hiç kuşkusuz o Symbiote'du. Günün sonunda ceketi tamamen siyah olmuştu. Biraz garipsemişti bu durumu. Ama " Leke yayıldı her halde." diyerek açıklamıştı durumu. Ceketi giydiğinde bir gariplik hissetti kendinde. Sanki daha iyi koku alabiliyor, daha net görebiliyordu. Her gece geçtiği yoldaki fahişeleri yeni farketmişti hatta. Her kadına dikkatlice bakıyordu. Sanki bir parçası bütün gördüğü kadınla sevişmek istiyormuş gibi..

Evinin yakınındaki bir bara gitti. Bardaki masalar yiyişen çiftlerle doluydu. O ise yalnızdı. Bir kaç bira içtikten sonra yanında duran elemanla ufak bir tartışma çıktı aralarında. Normalde hiç sevmezdi biriyle kavga etmeyi. Ama o an içinde karşısındakine bir yumruk atmak geldi. Ve yaptı da. Adam tabureden yere düştü. Burnundaki kan sanki bira fıçısının musluğundan çıkan bira gibi fışkırıyordu. Bunu görünce şeytani bir gülümseme kapladı suratını. İçtiği biraların parasını bıraktı masanın üstüne ve çıktı kapıdan.

Eve doğru yürümeye başladı.. Ceketindeki siyah leke - artık tamamen kaplamıştı ceketini. - pantolonuna da sıçramıştı. Leke yayıldıkça elbiselerine daha bir vahşi oluyordu. Eve gittiğinde sevgilisi oturmuş kitap okuyordu. Kadını kaldırdı, koltuğa yatırdı ve elbiselerini çıkarmaya başladı. - Normalde yapmazdı hiç bunu. Genelde kadın dile getirirdi seks yapmak istediğini. - Sevgilisinin suratındaki korku ifadesini görünce bir hışımla kendi ceketini çıkarıp fırlattı masanın üzerine. Ceketi çıkarınca Ne yaptığının farkına varmıştı. Ama yine de devam ediyordu. Bu sefer pantolonunu çıkardı. Ve artık anladı yapmaması gerektiğini. Durdu, özür diledi hatunundan. Ve eşyalarına baktı. O salak arkadaşının yaptığı Symbiote muhabbeti geldi aklına. Ve kıyafetleri camdan dışarı fırlattı.

Kötü Bir Adamın Beş dakikası

Soda yakarken boğazını
Ve beklerken o hatundan mesajı,
Öldürüyorsan sinekleri
Terlik ile; gidip daha güzel
Zaman öldürücüsü bulmanın
Vakti gelmiştir..
Ne günahı var lan sineklerin?
Yavşak herif.

Andrew Wood'a

Bok böceği o kutsal
Boku yuvarlarken, çarpar
Masaya kafası ve
Yere dökülür bütün Bone China'lar..
Kaptan Hi-Top gelir
Ve bir kırıntı bile kalmayana
Kadar toplar porselen
Parçalarını.

At

Buz çağının gelişi ya da
Sokak çizgilerinin yavaşça
Gözden kaybolması gibidir
Favori atın düşüşü.
Ağır ağır..
Ama ölümcül.

Otomatik Kapı Önü Jedi'ı

Anne odayı süpürürken
Kopan tırnağı yere atmak
Ya da jedi academy oynarken
Sürekli Dark Side'a geçmek
Gerçekten kötü biri
Olduğumuzu gösterir mi?

Bok, Güzel Bok

O kutsal bokun
Dönerken klozet deliğinde,
Düşünüp durursun;
Şu banyo perdesindeki örümcek
Kaç yaşında diye..

Temiz ve Oldukça Beyaz

Salonda top oynarken kırdığın
Vazonun içindeki
Küller kadar gri
Vücudun..
Gri ve kirli..
Kirletilmiş başka
Gri bedenler tarafından..