Bir varmış, bir yokmuş. Belki pek çokmuş, belki de hiç yokmuş. Karga bokunu yemeden, kelebek ata konmadan uzun süre önceymiş. Uçsuz bucaksız bir düzlüğün ortasında bir kara ağaç varmış. Meyvesi hiç yokmuş, dalları pek çokmuş. Ama yaprakları kuruymuş. Dalları bulutları delermiş, kökleri cehennemin dibine gidermiş. Gövdesinin ortasında kocaman bir kavuk varmış. Bu göbek deliğini andıran kavuk rüzgarın da yardımıyla zaman zaman garip sesler çıkarırmış. Gel zaman - git zaman mevsimler geçmiş. Ama dört mevsimde de kuruymuş ağaç. Derken birden o kocaman kavuktan bir çift parıltı boşluğa yayılmış. Adeta karanlığı delip geçmiş. Önce bir el, sonra da diğer el kavuğun kenarlarını tutmuştu. Aman Allah'ım, o da ne! İnsan desen insan değil, hayvan desen hayvan değil. Garip bir yaratıkmış bu Ağacın Oğlu.
Atmış kendini kovuktan dışarı, fakat dışarıda hiç alışık olmadığı bir şey varmış: ışık. Gözlerini neredeyse kapayana kadar kısmış, ve ufka odaklanmış. Ama ne kuzeyde ne güneyde ne doğuda ne de batıda hiç bir bok yokmuş. Sonradan üzüntü adını vereceği garip bir duyguya tutulmuş bizim Ağacın Oğlu. Ama o sefil hayatını sürdürebilmek için yapabileceği tek şey ağaçta yaşamakmış. Köklerden aşağıya uzamak için yere yatmış. Fakat ağaç olmadığını anlaması pek sürmemiş. Bunun üzerine mavi bulutların üzerine doğru çıkmayı düşünmüş. Ve bunu başarmış da. Yukarıya çıktıkça daha uzağı görebildiğini farketmiş. Fakat buna rağmen uzakta hala hiç bir bok yokmuş. Bulutlardan kendine yumuşacık bir yatak yapmış. Ve bulutların üstünde yaşamaya başlamış Ağacın Oğlu.
Zamanla bu duyduğu mutluluk onu sıkmaya başlamış. Uçsuz bucaksız arazide tek başına olmasına rağmen sürekli gülerek dolaşmak onu fazlaca sıkmış. Durup kendi kendine " Üzgün olmanın rahatlığını özledim ben. " demiş. Ve ilk yuvasına, köklerin yanına dönmeyi düşünmüş. Bulutların üzerinde sürekli yattığı için biraz paslanmış Ağacın Oğlu. Yavaş yavaş inmeye başlamış, derken ayağı boşa gitmiş ve ağacın tepesinden düşmeye başlamış. Birer birer dallara çarpıyormuş. 1, 2, 3, 5, 10, 56, 124, 1365 dal derken her tarafı çizik içerisinde toprağa inmiş. Pek yumuşak bir iniş olmamış elbet. Ama bu Ağacın Oğlu'nun umrunda bile değilmiş. Çok özlediği toprağa kavuşmuştu artık.
Bir kaç gün sonra tamamen toprakla bütün olmayı düşünmüş. Ve ayaklarını gömmüş toprağa. Ayakları sanki o devasa kara ağacın kökleriymiş. Uzamış da uzamış. Cehennemin dibine varmış parmakları. Aynı anda gövdesi, başı, ve elleri de göğe doğru uzamaya başlamış. Ağacın Oğlu kara ağaçtan bir kaç metre ötede onun kadar heybetli bir ağaç olmuş. Artık ikisi de yalnız değilmiş. Yıllar boyu birbirlerine arkadaşlık etmişler. Sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarını düşünmüşler. Binlerce yıl yaşamışlar zaten.
Derken bir gün orospu çocuğunun biri onları kesmiş. Ve sonsuza kadar mutlu yaşayamamışlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder