18 Kasım 2011 Cuma

Obi vs Annie
Bir şey söylemek zor.

Based on a True Story

Gölün ince buz tabakası gibi kırılgan bi' karıydı.
Her seviştiğinde üzülürdü.
Bir gün sikişmemeye karar verdi.
Ertesi gün vazgeçti.

Yine gerizekalılar gibiydi.
Üzüldü. Gitti, sikişti ve yine üzüldü.
Yine sikişmemeye karar verdi.
Ve ertesi gün yine vazgeçti.

Sordu her adama
" Kaç santim lan seninki? "
17,5'tan büyük olduğunda üzülüyordu manyak karı.
Aşıktı hala o adama.

Her pazartesi sikişmeme kararı alıyordu.
Her salı sikişiyordu.
Her çarşamba ağlıyordu.
Geriye kalan günlerde de ağlıyordu.

Salaktı biraz, düşünmezdi karşısındakini.
Hiç arkadaşı olmazdı bu yüzden.
Ve adamlar onunla sikişmek için konuşurdu zaten.

Sonra karı doktora gitti.
Doktor " Rahim ağzında kitle varmış hayatım. " dedi.
" Sikişemeyecek miyim? " diye sordu.
"Sana bağlı, ama canın yanar. " dedi doktor.

Ve bir pazartesi daha sikişmeme kararı verdi.
Bu sefer zorunluluktan.
Ve sikişmedi, bir sene boyunca.

16 Haziran 2011 Perşembe

Ha?

Değişen, dönüşen kızıl
Saçlı kız. Garip tripler içerisinde
Üzerinden başka
Adamlar geçerken.

-
Grab ya Glocks, when you see Tupac. -

İnsanlar değişir, dönüşür, gelişir.
İnsanlar sevişir,
dövüşür ve yine gelişir. Ama bu kız fazlasıyla
Salaktı.

- C
all the cops, when you see Tupac. -

Bambaşka biri oldu, eski halinden.
Ha, belki
Mutludur şimdi,
Garip.
Saçma.
Sikik.
Yazamamak, kelimelerin çıkmaması. Kız, saçma.
Tuşlar sanki direniyor.
Kalemle yazınca okuyamıyorum.

Mastar kullanınca daha bi' güzel
Oluyor sanki.

Ne lan bu?
Aşk şiiri abi.
Ha?
Kendine aşıkmış abi.
Kim lan bu karı?

Bu şiirdeki kız benim abi.

- W
ho shot me? But ya punks didn't finish. Now ya 'bout to feel the wrath of a menace. Nigga, I hit em' up! -

Siktirin gidin ibneler.

Kızıl saçlarımı özlüyorum.

30 Nisan 2011 Cumartesi

1. Mai

Proletarier aller Länder, vereinigt euch!
Neden Almanca bilmiyorum. Sanırım Marx'ın etkisi var bunda. Ayrıca Kurabildiğim en düzgün Almanca cümle bu.

Yarın 1 Mayıs. Emekçinin bayramı. Kitlesel olarak en büyük işçi gösterisi. Bunun yanısıra polis şiddetinin meşrulaştığı bir gün.

Hastane bahçesine biber gazı atan ya da yoldan geçen vatandaşı coplayan bir polise sahibiz. Gerçi alternatif bir düşüncesi olan herkesi susturan bir devlet - hatta çok tatlı bir örnek: Blogger kapalı lan! - başka ne yapabilir ki?

Sabah duydum, göçük altında günlerce kalan Şilili madenciler DİSK'in davetlisi olarak Taksim'e geliyormuş. Göçük altından çıkan madenciler polis altından çıkabilecek mi acaba?

Geçen sene medyaya - ki kendileri çok tatlı bir medyadır. - yasımayan bir sürü polis vakası vardı. TKP'li gençleri ıssıza çekip çökertmekten tutun, punk'ları hırpalamaya kadar. Bu sene de yaşanacaktır bunların benzerleri.

Ve Taksim meselesi. Millet Taksim'e girdik diye sevinmekte hala. Ama ne Taksim'e girilmiş, ne de Taksim alınmıştır. Taksim hediye edilmiştir. Ve buna en güzel örneği bir grup anarşist Taksim meydanından içeri girmeyerek eski yerde kutlamıştı. Ki bunu sadece bir grup anarşist değil bütün insanların yapması gerekli sanırım.

İzmir'de ise Gündoğdu'da toplu bir kaynaşma oluyor. Ama en güzeli kutlamalar boyunca Kordon'da oturup demlenen kara bayraklılardı.

Boyundaki bandanayı çıkarttıran polis bilekteki bandanaya laf etmiyordu ayrıca.

Ve yarın için bir kaç tavsiye;

- Her gün giydiğiniz şeyleri giymeyin.
- Canlı renklerden daha çok koyu renkleri tercih edin. Özellikle siyah.
- Dövme, küpe vb. şeyleri kapayın bir şekilde.
- Ve yüzünüzü pek göstermemeye çalışın. Ne olur ne olmaz.

Geçen İzmir Kısa Film Festivalinin açılış filminde de gördüğümüz gibi, polis her yerde aynı. Her yerde orospu çocuğu. Dikkatli olun.

17 Nisan 2011 Pazar

Hö?

J.J.'in balona benzeyen bir
kafası vardı.
Boynuna bir ip
bağladı.
Ve helyum
Çekti.
Uçan kafasından sarkan
ipi yakalayan J.J.'in
uçan bir balonu
olmuştu.
Hem de gözleri
olan bir balon.

~~~~~~~~~~~~~~~

Tony'nin topu ağaca
kaçmıştı.
Ve yapması gereken tek
şey kafasını söküp
ağaca fırlatmaktı.

~~~~~~~~~~~~~~~~

Joe'nun kollarından
daha büyük bir
ağzı vardı.
Önüne gelen her
şeyi çiğniyordu.
Ve bir gün
takla atmaya
çalıştı...

~~~~~~~~~~~~~~~~

Henry kafası 3, bedeni
2 boyutlu bir çocuktu.
Boş zamanlarında kafasının
yanına yield
çizip tabelalık
yapıyordu.


Bunların hepsinin çizimleri var. Ama ne benim tarayıcım var. Ne de taramaya isteğim.

5 Nisan 2011 Salı

5 Nisan

I hate myself and want to die.

I think it's gonna rain when I die.

Fazla bir şey diyemeyeceğim. Keşke her sene bu günü atlayabilsem.

Ve galiba sen ölürken yağmur yağdı Layne.


             Lanet.

31 Mart 2011 Perşembe

Ne güzel abimizdin sen Brandon Lee

" Because we do not know when we are going to die; we get to think of life as an inexhaustible well and yet everything happens only a certain number of times -and a very small number really. How many more times will you remember a certain afternoon of your childhood -an afternoon that is so deeply a part of your being that you cannot conceive of your life without it? Perhaps four..five times more. Perhaps not even that. How many times will you watch the full moon rise? Perhaps twenty. And yet it all seems limitless.. "


Ölmeden önceki röpörtajında söylediği sözler bu Brandon Lee'nin. The Sheltering Sky adlı kitaptan. Sanki olacakları biliyormuş gibi.

Benim Brandon Lee sevgim ilk kez The Crow'u izlemem ile başladı bir çok insan gibi. İlk izlediğimde onun öldüğünü bilmiyordum. Abim " Bak lan, bu Bruce Lee'nin oğlu. " dedi. Zaten ona hayran kalmış ben, bu laflardan sonra onu gözümde ilahlaştırdım. Çünkü dünya üzerinde en çok sevdiğim insanlardan birinin oğluydu. Ve bunu bilmeden önce ona hayran kalmıştım.

Abim sonra olayı anlattı. " Şimdi bunu sette kuru sıkı tabanca ile vuracaklarmış. Rol gereği. Ama kuru sıkı tabancada normal kurşun varmış. Suikast her halde.. Bilemiyorum. "

İşte o an garip şeyler hissetmeye başladım. Hayatımda bir kere gördüğüm bir adam, yaklaşık 2,5 saat içinde en çok sevdiğim insanlardan biri oluyor. Ve sonunda öldüğünü öğreniyorum. İlk görüşte aşk gibi belki. Ve sonra gözümde ilahlaşıyor. Babası neyse o da o oluyor.

Ve bu gün ölümünün on sekizinci yıl dönümü. Ben doğmadan yaklaşık bir yıl önce ölmüş Brandon Lee. 31 Mart 1993.

Ne güzel abimizdin sen Brandon Lee.

Ve bir haiku, Brandon için.

Boyalı yüzünle çıktın karşıma
Ve oğluydun Büyülü Adam'ın
Ne de güzelsin Brandon abi.

1 Mart 2011 Salı

Bloguma Dokunma!

Yazdığımız şeyler gücünüze mi gitti orospu çocukları? Hala öğrenemediniz mi bir şeyleri yasaklayarak onlara engel olamadığınızı? Ya siz gerçekten çok salaksınız ya da öyle görünmeyi istiyorsunuz. Bir kez daha söylüyorum, bloguma dokunma! Sen benim bloguma dokunursan ben senin binana dokunurum, arabana dokunurum, tabelana dokunurum. Ve sana dokunurum. Orospu çocuğu.

Seni küçük, güzel orospu çocuğu.

15 Şubat 2011 Salı

Kara Ağaç

Bir varmış, bir yokmuş. Belki pek çokmuş, belki de hiç yokmuş. Karga bokunu yemeden, kelebek ata konmadan uzun süre önceymiş. Uçsuz bucaksız bir düzlüğün ortasında bir kara ağaç varmış. Meyvesi hiç yokmuş, dalları pek çokmuş. Ama yaprakları kuruymuş. Dalları bulutları delermiş, kökleri cehennemin dibine gidermiş. Gövdesinin ortasında kocaman bir kavuk varmış. Bu göbek deliğini andıran kavuk rüzgarın da yardımıyla zaman zaman garip sesler çıkarırmış. Gel zaman - git zaman mevsimler geçmiş. Ama dört mevsimde de kuruymuş ağaç. Derken birden o kocaman kavuktan bir çift parıltı boşluğa yayılmış. Adeta karanlığı delip geçmiş. Önce bir el, sonra da diğer el kavuğun kenarlarını tutmuştu. Aman Allah'ım, o da ne! İnsan desen insan değil, hayvan desen hayvan değil. Garip bir yaratıkmış bu Ağacın Oğlu.

Atmış kendini kovuktan dışarı, fakat dışarıda hiç alışık olmadığı bir şey varmış: ışık. Gözlerini neredeyse kapayana kadar kısmış, ve ufka odaklanmış. Ama ne kuzeyde ne güneyde ne doğuda ne de batıda hiç bir bok yokmuş. Sonradan üzüntü adını vereceği garip bir duyguya tutulmuş bizim Ağacın Oğlu. Ama o sefil hayatını sürdürebilmek için yapabileceği tek şey ağaçta yaşamakmış. Köklerden aşağıya uzamak için yere yatmış. Fakat ağaç olmadığını anlaması pek sürmemiş. Bunun üzerine mavi bulutların üzerine doğru çıkmayı düşünmüş. Ve bunu başarmış da. Yukarıya çıktıkça daha uzağı görebildiğini farketmiş. Fakat buna rağmen uzakta hala hiç bir bok yokmuş. Bulutlardan kendine yumuşacık bir yatak yapmış. Ve bulutların üstünde yaşamaya başlamış Ağacın Oğlu.

Zamanla bu duyduğu mutluluk onu sıkmaya başlamış. Uçsuz bucaksız arazide tek başına olmasına rağmen sürekli gülerek dolaşmak onu fazlaca sıkmış. Durup kendi kendine " Üzgün olmanın rahatlığını özledim ben. " demiş. Ve ilk yuvasına, köklerin yanına dönmeyi düşünmüş. Bulutların üzerinde sürekli yattığı için biraz paslanmış Ağacın Oğlu. Yavaş yavaş inmeye başlamış, derken ayağı boşa gitmiş ve ağacın tepesinden düşmeye başlamış. Birer birer dallara çarpıyormuş. 1, 2, 3, 5, 10, 56, 124, 1365 dal derken her tarafı çizik içerisinde toprağa inmiş. Pek yumuşak bir iniş olmamış elbet. Ama bu Ağacın Oğlu'nun umrunda bile değilmiş. Çok özlediği toprağa kavuşmuştu artık.

Bir kaç gün sonra tamamen toprakla bütün olmayı düşünmüş. Ve ayaklarını gömmüş toprağa. Ayakları sanki o devasa kara ağacın kökleriymiş. Uzamış da uzamış. Cehennemin dibine varmış parmakları. Aynı anda gövdesi, başı, ve elleri de göğe doğru uzamaya başlamış. Ağacın Oğlu kara ağaçtan bir kaç metre ötede onun kadar heybetli bir ağaç olmuş. Artık ikisi de yalnız değilmiş. Yıllar boyu birbirlerine arkadaşlık etmişler. Sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarını düşünmüşler. Binlerce yıl yaşamışlar zaten.

Derken bir gün orospu çocuğunun biri onları kesmiş. Ve sonsuza kadar mutlu yaşayamamışlar...

7 Ocak 2011 Cuma

Kırmızı, Yeşil Bazen Sarı

Gel, bir ısırık al elmadan.
Gel, durma ötesinde tekerleğin.
Senin istediğinden daha fazla var burada.
Babanın tuvaletinde saklanan kadın,
Otobüste sarkık memelerini kafama dayayan teyze
Ve karşıdaki kızıl hatun
Bakıp durmayın öyle, sadece bir elma.
Gelin, bir ısırık alın lanet elmadan.
Balkon demirlerine yaslanıp dırdır eden kadın,
Sürekli kafa siken sevgili,
Bir boktan haberi olmayan anne ya da
Pek de iyi çalınmayan bir keman gibi değil bu.
Sadece bir elma.
Lanet
Bir
Elma.

Gelin, bir ısırık alın elmadan.
Lütfen.