13 Kasım 2010 Cumartesi

Sarı Işık

Pencereden süzülen soluk, sarı ışık vuruyordu dolabın üstüne. Kıyafetlerini almak için dolabı açtı. Sarı ışık artık elbiselerinin üstündeydi. Bir kaç parça kıyafet çekti o heybetli dolaptan. Giydi onları. Dışarı çıktı, yürümek için sokakta. Ve başladı yürümeye sisli, sikik sokakta. Ağır adımlara geçiyordu solgun evleri. Birden dikkatini bir şey çekti. Sislerin arasında iki kedi küçük bir fareyle oyun oynuyordu adeta. İki kötü kara kedi, ve bir zavallı fare. Jerry'nin aksine bu fare güçsüz ve biraz da gerzekti. Kediler fareyi bir oraya bir buraya savuruyorlardı. Eline bir taş alıp kedilere doğru fırlatmayı düşündü önce, sonra vazgeçti. Onu ilgilendirmezdi kediler ve fare arasında olan şey.

Devam etti yürümeye. Ağır ağır yürüyordu yine ama bu sefer etrafa daha dikkatli bakıyordu. Birden bir ışık farketti. Karanlık sokaktaki tek ışık. Tek katlı bir evin tozlu penceresinden yayılan sarı, üzgün ışık. Yağmurdan yıpranmış pencerenin tahtaları arasından sızan, oradan da kaldırımın arasından çıkan küçük, biçimsiz otların üstüne vuran sarı ışık. İçini tuhaf bir merak kapladı. Bakmalıydı pencereden içeri. Tam eve doğru yönelmişken kapı açıldı. Beyaz tülden bir geceliğin içindeki solgun gri tenli bir hatun ona doğru bakıyordu. Şaşırdı, hiç beklemiyordu böyle bir şey. Konuşmaya çalıştı ama saçma bir kaç sözcük dışında dökülen hiç bir şey olmadı ağzından. " Merhaba. " dedi hatun meleklerin cildini andıran yumuşak bir sesle. " Bu saatte bu saçma sokakta ne işin var? " Donup kaldı. " Sıkıldım. " diyebildi sadece. " İçeri gelsene. " dedi hatun. " Hayır! " demek istedi fakat yapamadı. Belli belirsiz bir " Evet. " çıktı soğuktan morarmış dudakları arasından. Ev sıcak gözüküyordu uzaktan. İçeride yanan soba ısıtıyordu belki de. İhtiyacı vardı sıcağa, başlamıştı dudakları uyuşmaya.

Küçük bir çaydanlık sobanın üstünde duruyordu. Hatun çatlak fincanlara doldurmaya başladı çayı. Sıcak ve şekerli bir çay, işte tam da ihtiyacı olan. Kız çayı getirirken duvardaki büstün üstüne bir örümcek indi. Çayı çatlak fincandan yudumlarken gözünü örümcekten alamıyordu. Çayı içtikçe karşıdaki örümcek büyüyordu. Çayını bitirdi, ve hatuna " Ne zaman gideyim? " diye sordu. Hatun konuşmaya çalıştı ama örümcek ayaklarıyla ağzını kapadı hatunun. Ve kulak tırmalayan bir sesle; " Hiç bir zaman! " dedi. Düştü koltuktan. Kalkmaya çalıştı ama yapamadı. Ağzından bir kaç kelime döküldü. " Ve o gölgeden gelen ruhum yerde yüzerek yatan, yükselecektir... Hiç bir zaman!"

Tam o sırada uyandı. Kitap okurken uyuyakalmıştı. Bu sıralar çok fazla Poe okuyordu. Ve rüyasına anlam verebilmek için sayfaya baktı. The Raven açıktı yine. Uyuyamayacaktı daha fazla yalnız. Annesinin yanına gitti sessizce.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder